QERS - Dîgor Katliamı sırasında yaralı halde 17 gün işkence edildikten sonra tutuklanan Zahir Serbest, "Devlet ve mahkeme, suçu sürekli PKK'nin üzerine atmak istedi ama ateş açan polislerin tamamını tanıyorduk" diye belirtti.
Qers'ın Dîgor ilçesinde koruculuk dayatmasına, gıda ambargosu, ev baskınları, gözaltı ve işkenceye karşı 14 Ağustos 1993 tarihinde ilçe merkezine yürümek isteyen 20 köyün sakinleri, jandarmanın engelliyle karşılaştı. Jandarma engelli nedeniyle 20'ye aşkın köyün sakinleri, köylerine dönerken, 3 bini aşkın kişi Dîgor ilçesine 2 kilometre kala durduruldu, herhangi bir uyarı yapılmadan özel hareket polislerince yayılım ateşine tutuldu. Saldırıda, 6'sı çocuk, 17 kişi katledildi; 200 aşkın kişi yararlandı. Katliamda, Gülcan (8), Zeynep (19), Selvi (14), Hasan Çağdavul (43); Yeter Kerenciler (13), Necla Geçener (14), Zarife Boylu (15), Erdal Buğan (17), Hacer Hacıoğlu (20), Suna Çidemal (21), Fatma Parlak (22), Faruk Aydın (27), Cemil Özvarış (39), Gıyasettin Çalışçı (41), Süleyman Taş (47), Fahrettin Orun (80) ve Tütiye Talan (66) yaşamını yitirdi.
Katliama ilişkin 8 özel harekat polisi hakkında "kasten öldürme" ve "kasten öldürmeye teşebbüs" suçlarından açılan dava, katliamın "meşru müdafaa" kapsamında yapıldığı savunularak polisler hakkında beraat kararı verildi. İç hukuk yollarının tükenmesiyle ailelerden 7'si "yaşam hakkı ihlali", "etkin soruşturma yürütülmemesi" ve "uzun yargılama" nedeniyle başvurduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'yi tazminata mahkum etti.
Üzerinden 32 yıl geçen katliam sırasında 32 yaşında olan ve katliamda bacağından yaralıyken gözaltına alınarak tutuklanan Zahir Serbest (64), o gün yaşananları anlattı. O dönemki devlet baskısına işaret eden Serbest, "Devlet, halkı çok zorluyordu. Özellikle dini anlamda baskılar yapıyordu. 'Siz Müslüman değilsiniz' diyordu. Yaşlı olan kişileri, herkesin içinde soyup dövüyordular. Erkeklere özellikle kadınların karşısında işkence ediyorlardı. Bu baskılara bütün halk olarak yürüyüş yaparak tepkimizi dile getirecektik. 14 Ağustos günü yürüyüş yaptık. Yürüyüşün başlangıcı herkesin kendi köyüydü. Herkes kendi köyünden katılım sağladı. Biz de Kanîya Yaşar, Kirîya Nexşa, Cemaldîna ve Retka köylerinin yollarının birleştiği yerde yürüyüşe devam ettik. 25-27 köy bu noktada birleşti önce halaya durduk, daha sonra yürüyüşe geçtik. Amacımız Dîgor Kaymakamlığı binasının önüne gidip tepkimizi ortaya koymaktı. Fakat Dîgor girişine vardığımız zaman özel hareket ateş etmeye başladı" ifadelerini kullandı.
'GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE YARARLILARI KATLETTİ'
Konuşma ve sorunlarını dile getirmek için çıktıkları yolda ateşle kendilerine cevap verildiğini söyleyen Serbest, "İlk silah sesi geldiği zaman biz kitlenin dağıtılması için plastik mermi kullanıldığını düşündük. Sonra arkadaşlarımız bir bir yere düşünce gerçek mermi olduğunu anladık. Ortalık bir anda mahşer gününe döndü. Özel hareket polisleri ilk ateş açtığında 3 kişi yaşamını yitirdi; ama çok kişi yaralanmıştı. Daha sonra bu özel harekat polisleri yaralıların içine girdi ve yaralı olan arkadaşlarımızı bizim gözlerimizin önünde vurup öldürdüler. Ben de bu yürüyüş sırasında bacağımdan vuruldum. Özel harekat polislerinin ellerinde M16'lar sürekli sağa sola gidiyorlardı. Beni de öldürmek istiyorlardı. Kaymakamın cipi gelip önümüzde durdu. Kaymakam beni öldürmelerine izin vermedi. Biz 3 yaralıyı alıp Dîgor Hastanesi'ne götürdüler. Dîgor Hastanesi'nden Erzirom'a sevk edilmemiz gerekiyordu. O dönem ambulans şoförü askerin talimatı olmadan bizi götürdüğü için onu da görevden attılar" diye konuştu.
15 Ağustos ile 23 Eylül tarihleri arasında tedavi altında olduğunu söyleyen Serbest, "Ayağıma platin takarak beni taburcu ettiler. Eve getirildim, daha yatalaktım gelip beni evde gözaltına alıp askeri alana götürdüler. 17 gün boyunca Alayda işkence ettiler. Daha sonra beni tutuklayarak Erzurum Cezaevi'ne gönderdiler. Burada 18 ay tutuklu kaldım. 18 ayın sonunda tutukluluk süreci göz önünde bulundurularak tahliye edildim" diye belirtti.
'DEVLET, SUÇU PKK'YE ATMAK İSTEDİ'
Kendisinin de devlete karşı dava açtığını dile getiren Serbest, "Mahkemede hem mahkeme başkanı hem mahkeme savcısı, olayın PKK tarafından gerçekleştirildiğini söylüyordu. Ben onlara katliamı yapan 9 tane özel hareket polisinin bize ateş ettiğini, bunların isimlerini ve kullandıkları silahları tek tek söylememe rağmen mahkeme ısrarla, 'PKK yaptı' dedi. Yani devlet, orda yaşanan katliamı PKK'nin üstüne atmaya çalışıyordu. Oysa bize ateş eden özel hareket timlerinin adını bile biliyoruz. Hangi silahı kullandıklarını biliyoruz. Hatta o dönem bölük komutanı geldi, bize 'Bunlar İçişleri Bakanlığı'na ait bize değil. Talimat almışlar, katliam gerçekleştirecekler. Asker size ateş etmeyecek fakat özel hareket size ateş edecek. Bunlar bize bağlı değil' dedi. Bizler davamızda ısrarcı olduk ve davayı AİHM'e taşıdık. Davamıza rahmetli Tahir Elçi bakıyordu. Bir gün Tahir Elçi, 'Türkiye Uzlaşma Masası'nın bizimle konuşmak istediğini söyledi. Ama biz, bütün dünyaya Dîgor'da katliam yapıldığını görülmesini istedik. Kadın, yaşlı ve çocukların katledildiğini herkes görmesini istedik. AİHM de Türkiye'yi mahkum etti" şeklinde konuştu.
'HAK, HUKUK VE ADALET OLSA BUNLAR YAŞANMAZ'
Devletin ırkçı bir şekilde halka saldırdığını ve katlettiğini dile getiren Serbest, "Türkiye'de, hak, hukuk ve adalet olsa aslında hiçbir sorun oluşmaz. Devlet, kendi ırkçılığını eritme potasında geçirip kahraman gördüklerini birer katil olduğunun bilincine varırsa zaten bu tür sorunlar yaşanmaz" dedi.
MA / Ömer Akın