İSTANBUL - Cezaevinden 32 yılın ardından tahliye edilen Soydan Akay, Türk-Kürt ilişkilerinin 1920’lerin esas alınarak yeniden yapılandırılmaya çalışıldığını belirterek, “Bu sadece Kürt-Türk ilişkilerini değil tüm Ortadoğu’yu etkileyecek” dedi.
Cezaevindeyken kalp krizi geçiren ve birçok sağlık sorunu bulunan ağır hasta tutsak Soydan Akay, 32 yılın ardından bulunduğu Marmara Kapalı Cezaevi’nden 13 Mayıs’ta tahliye edildi. 1971 yılında Mûş’un Gimgim (Varto) ilçesine bağlı İskender köyünde doğan Akay, uzun bir siyasetle uğraştı. 1993 yılında İzmir’de düzenlenen bir operasyonla gözaltına alınan Akay, yargılandığı Devlet Güvenlik Mahkemesinde müebbet hapis cezası verildi. Akay bu süre zarfında İzmir, Aydın, Amed, Sêrt, Mûş ve İstanbul’daki cezaevlerinde tutuldu. 2018 yılından itibaren Silivri Cezaevi’nde hücrede tutulan Akay, bu süreçte prostat kanseri, romatoid artrit, hepatit B, hipertansiyon ve kalp rahatsızlıkları gibi ciddi sağlık sorunlarıyla mücadele etti.
Mart 2025’te 7 kez hastaneye kaldırılan Akay, Nisan 2025’te kalp krizi geçirdi. Akay’ın, 2023 yılında koşullu salıverilme hakkı kazanmasına rağmen, İdare ve Gözlem Kurulu tarafından tahliyesi dört kez ertelendi.
Akay, cezaevinde geçirdiği 32 yılı, bu süre zarfında yaşadıklarını ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlayan yeni sürece dair değerlendirmelerde bulundu.
‘SURİYE VE ÖCALAN’ ANISI
1990’lı yıllara kadar Kürt gerçekliği hakkında herhangi bir fikrinin olmadığını belirten Akay, mücadeleye 12 Eylül 1980 darbesi sürecinde Diyarbakır Cezaevinde yaşananlardan etkilenmesi sonucu katıldığını belirtti. “Kürt gerçekliği ve Kürt mücadelesiyle 1991 yılında tanıştım” diyen Akay, “Özellikle Diyarbakır Cezaevinde yaşanan vahşet beni çok etkiledi. 12 Eylül vahşetini yaşayan yoldaşlarla tanıştıktan sonra liseyi bitirir bitirmez özgürlük hareketine katıldım. Aynı süreçte Suriye’ye geçerek Önderlikle kısa bir süre kaldım. Daha sonra İzmir’e döndüm ve 1993 yılına İzmir’de tutuklandım, İzmir Buca E Tipi Cezaevi’ne gönderildim” dedi.
‘AVUKAT GÖRÜŞÜM KAMERA EŞLİĞİNDE YAPILDI’
2016 yılında Silivri Cezaevi’ne “sürgün” edildiğini belirten Akay, “İki ay sonra hücrede tutulduktan sonra Silivri 5 No’luya oradan da Maltepe Cezaevine sürgün edildim. Maltepe Cezaevi’ne oradan da tekrar Silivri 9 No’lu cezaevine sürgün edildim ve 8 yıl boyunca tek kişilik hücrede tutuldum. Hücrede tutulmanın yanı sıra hiçbir haktan yararlanamadım ve üstelik büyük bir psikolojik baskıya maruz kaldım. 8 yıl boyunca avukat görüşüm dahi kamera eşliğinde yapıldı ve bunlar çıktığım güne kadar devam etti” diye konuştu.
’19 YAŞINDAKİ RUHUM NEYSE 32 YIL SONRA DA AYNI’
32 yılın ardından cezaevinden çıkmanın kendisinde farklı duygular uyandırdığını kaydeden Akay, “İlk çıktığımda sanki hiç hapishanede kalmamışım ve ben hiç cezaevinden çıkmamışım gibi hissetim. Sanki dün girmiş gibiydim. Yani 30 yıl benim için bir güne eşittir. Böyle bir duygu yaşadım ve hatta birçok arkadaşa da bunu sordum. 19 yaşımda cezaevine girdim o günkü ruhum neyse 32 yıl sonra çıktığımda kendimi aynı duyguda hissetim. Cezaevindeki birçok arkadaş böyle hissediyor. Yani cezaevlerindeki eğilim ağırlıklı olarak böyledir. Araştırmak, incelemek üretmek direnişin ta kendisidir. Hayatın ta kendisi olarak gördüğüm bir şeyi nasıl olumsuzlayabilirim? Cezaevinde geçen her bir dakikamız değerli ve kıymetlidir. Çıkarken bir direniş alanından başka bir direniş alanına geçtim, bunları hissetim diyebilirim” diye belirtti.
‘CEZAEVLERİ DİRENİŞ ALANDIR’
Gördüğü işkenceler sonucunda yaşadığı hastalıkların cezaevi koşullarında daha da ilerlediğini kaydeden Akay, “Bir özgürlük tutsağı olarak hiçbir zaman mağduriyet ve mazlumiyet edebiyatı yapmadım. Bunlar benim ödediğim bedellerin bir sonucudur. Bunlara katlanmayı anlamlı bir yaşamı yaşabilmeyi gerekli gördüm ve böyle yaşamaya çalıştım. Bu yüzden kendimi hiçbir zaman hasta tutsak olarak görmedim. Hapishaneleri bir mağduriyet yeri değil, bir direnme merkezi olarak görüyorum. Bunu cezaevlerini hak ettiğimiz için değil, bir hakikat peşinde olduğumuz için diyorum. Bu nedenle hastalık meselesini çok uzun zaman aileme de söylemedim. Çünkü bizim halkımızın yaşadığı sorunlar yüz kat daha derin ve büyük. Bu nedenle kendi sorunlarımızı gündem haline getirmek doğru olmayacaktı” ifadelerini kullandı.
‘ONURSUZ YAŞAMA KARŞI ÖLMEYİ GÖZE ALDILAR’
Hasta tutsaklara dönük yaklaşıma değinen Akay, “Genelde hapishanede kalmaması gereken insanlara, sınırlı tedavi imkanlarını sunuyorlar ve sedyede ölmelerini bekliyorlar. Birçok arkadaşımızın cenazesi çıktı. Onlar onurlu duruşu temsil ettiler. Sistemin önlerine koyduğu tek şey; teslimiyet ve insanlık onurunun bir pazarlık konusu yapmaktı. Hiçbir arkadaş buna tenezzül etmedi ve sedyede hayatını kaybedenler oldu. Bu yüzden sadece bir hasta tutsak meselesi değil, bir hareketin siyasi tutsaklarına dönük genel bir yaklaşımdır. Bize şu mesaj verilmek isteniyor; ‘Siz pişman olmazsanız sonucu bu olur.’ Bizim arkadaşlarımız ise bu onursuz yaşama karşı sedyede ölmeyi göze aldılar. Hasta tutsak Mehmet Emin Özkan (Ape Dedo) bunun en güzel örneğidir. Bu bir halkın gerçekliğidir, toplumsal bir kültürdür. Bu sadece Kürt meselesiyle de alakalı değil, on bin yıllık toplumsal genetiğin temsilidir. Bu toplumsal bir onur meselesidir” dedi.
‘YAŞADIĞIN HER ŞEY HAYATIN TA KENDİSİR’
Cezaevindeki direniş ve mücadele motivasyonunun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kuruluş Kongresi’nde söylediği “İster ağır baskı koşullarında ol, ister işkenceli ortamda ol, yaşadığın her şey hayatın ta kendidir” sözünü kendisine esas aldığını kaydeden Akay, “Yaşadığımız tutsaklık hayatın ta kendisidir. Önder Apo’nun yaşadığı ağır tecrit koşulları varken kendi koşullarımı hiçbir zaman bir tecrit olarak görmedim. Yani ‘ben tecritteyim’ demek Önder Apo’nun yaşadıklarını anlamamak demektir. İmralı gerçekliği karşısında kendi durumumu tecrit olarak nitelendirmiyorum. Bu benim felsefi yaklaşımıdır” şeklinde konuştu.
‘ÖNDER APO'NUN ÇAĞRISI BİZİM DE İMZAMIZDIR’
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın önemli olduğunu vurgulayan Akay, “Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerle birlikte şunu söylemek mümkün; Önder Apo hiçbir zaman gelişmeleri seyretmez ve kayıtsız kalmaz. Önderlik de hiçbir zaman İmralı Cezaevi’ni bir hapishane olarak görmez. İmralı’yı tarihsel bir sorumluluk alanı olarak görür ve kendi görevini nasıl yerine getirecekse getirir. Kürtlerle, Türklerin Ortadoğu’da bir arada yaşama kültürüne dayalı bir yaşamın gelişebileceğini hissediyordum. Bunun karşısında bir şaşkınlık yaşamadık. Çünkü Önder Apo 1999’dan bu yana savunmalarında geliştirdiği demokratik siyaset ve demokratik çözüm paradigmasının yanı sıra, silahların devre dışı bırakılması gerektiğine dikkat çekmişti. Ortadoğu’da ve Türkiye gerçekliği buna bir türlü izin vermedi. Ama Önder Apo bunun zeminini bulduğunda adım atmaktan geri durmayacağını bilmek gerekiyor. Bunu yaparken aslında büyük bir zihniyet devrimini gerçekleştirerek yapıyor. Önder Apo sürekli stratejik adımlar atarak tarihe damgasını vuran bir insan. Bu anlamda cezaevleri Önderlik sahası olarak ele alındığı için biz bu sürecin içindeyiz. Bu çağrı aynı zamanda bizim de imzamızdır” diye belirtti.
‘SÜRECİ YÜRÜTEN ÖNDER APO’DUR’
Türkiye’de demokratik bir ortam olmadığı için kimsenin kendini özgürce ifade edemediğini kaydeden Akay, “Eğer Türkiye’de demokratik bir ortam olsaydı ve insanlar buna rağmen şiddete başvursaydı o zaman suçlu görülebilirdi. Ama öyle bir ortam hiç olmadı. Bu süreci başlatan ve yürüten Önder Apo’dur. Devleti buna ikna etti. Türk-Kürt ilişkilerinde yeniden 1920’de oluşan ilişkileri günümüze uyarlayarak, demokratikleştirerek yeniden stratejik temelde bir yapılandırmaya gidiyor. Bu sadece Kürt-Türk ilişkilerini değil tüm Ortadoğu’yu etkileyecektir. Aynı şekilde kadın erkek ilişkilerini, toplumla doğa ilişkilerinin yanı sıra halklar arasındaki ilişkilerini yeniden düzenleyecek. Bu stratejik adımı kendimiz atıyoruz, bu adımı atarken de birilerinden güvence alarak atmadık” diye konuştu.
SİLAHLARIN BIRAKILMASI
Abdullah Öcalan’ın özgür çalışır koşullarının yaratılması gerektiğini vurgulayan Akay, “Toplumsal sorunların şiddetle çözülemeyeceğini biliyoruz. Bunu devletler de gördü. Bu sürecin karşısında her şey güllük gülistanlık olacak demek doğru değil. Ama cezaevleri ve hasta tutsaklar hiçbir yasal düzenlemeye ihtiyaç duymadan derhal serbest bırakılmalıdır. Bu hiçbir tartışmanın konusu olamaz. Silahların bırakılmasının karşılığı, barış ve demokratik toplumun inşası olmalıdır” dedi.
MA / Esra Solin Dal