ANKARA - Yarın karar çıkması beklenilen Kobanê Davası'nda tutuklu yargılanan HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, "Son sözü direnenler söyler, dün de bugün de" diye kaydetti.
DAİŞ’in Kobanê’ye dönük saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde gelişen demokratik protestoların paramiliter gruplar aracılığıyla AKP iktidarı tarafından siyasi “rant” aracına dönüştürülmesi sonrası Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) açılan Kobanê Davası’nın karar duruşması yarın görülecek. HDP önceki dönem eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 siyasetçinin 3 yıldır yargılandığı davada verilecek karar, Türkiye siyasetinin gidişatına dair ipuçları vermesi yönüyle önemli olduğu ifade ediliyor.
4 Kasım 2016 tarihinde gerçekleşen ve Kürt seçilmişlere dönük “siyasi soykırım operasyonu” olarak tarihe kazınan gözaltı ve tutuklamalar sonucu 8 yıldır tutsak bulunan HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, hem 31 Mart seçimlerinin ardından Türkiye siyasetinde açığa çıkan tabloyu, hem de karar aşamasında olan Kobanê Davası duruşmasına dair sorularımızı yanıtladı.
“Baştan sona demokratik siyaseti rehin tutmak, kaybettikleri yarışların öcünü almak için bu davayı kullandılar” mesajı veren Yüksekdağ’a göre, HDP’ye ve dolayısıyla Kürt seçmene dönük olası bir “cezalandırma” kararı; Kürtler, devrimciler ve emekçi kitlelerin hafızasında derin etkilere yol açacak.
Yüksekdağ’ın Kocaeli Cezaevi’nden sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
31 Mart 2024 yerel seçimlerinin üzerinden bir buçuk ay geçerken, seçim sonuçlarının tüm siyasi partiler açısından her geçen gün önemli taktiksel ve stratejik değişikliklere yol açtığını görebiliyoruz. Özet olarak seçim sonuçları kime ve hangi anlayışa ne mesaj verdi?
Siyasi iktidar, faşizmle muhalefeti ezme politikalarıyla edindiği uzatma süresinin sonuna gelindi.
Mart seçimi her şeyden önce toplumda yaygınlık kazanmış, “değişim olmaz” umutsuzluğunun değişimi anlamına geliyor. 2023 genel seçimlerinde yaşanan umut kırılması yerini başka bir iklime bıraktı. Umut ve halkçı demokratik değişim iklimine girildiğini söyleyebiliriz. Toplumun üzerinde yıllardır biriken ağır baskı ve tekçi faşizan yönetim dayatılması, elbette bir kırılma anına gelecekti. 31 Mart seçimleri böylesi bir andır. Siyasi iktidarın faşizmle muhalefeti ezme politikalarıyla edindiği uzatma süresinin sonuna gelindi. Dolayısıyla toplumun çoğunluğu AKP-MHP ittifakına “dur” diyerek ağır bir yenilgi yaşattı. Bu, sessiz çoğunluğun seçim sandıkları aracılığıyla yönetenlere karşı geliştirdiği bir toplumsal siyasal tepkidir. Tabii ki bu tepkinin temelinde ve arkasında eksikliklerine, kitlesel karakter kazanamamasına ve iddia zayıflığına rağmen politik mücadele dinamiklerinin direnişte ısrarının önemli bir payı vardır.
Halklar ve kadınlar iktidarın toplumu bölme, çatıştırma, nefret ve düşmanlığı kışkırtma, adaletsizliği, yaşamın en küçük hücresine kadar yayma çizgisine son verme isteğini sergiledi. Aynı zamanda yıllardır süren ve iktidarın devamlılık garantörüne dönüşmüş savaş siyasetinin eski hükmünü yitirdiğini görüyoruz. Artık halklar, “bir mermi kaç para biliyor musunuz” sözleriyle açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilmeyi reddediyor. Bütünsel bilinç ya da politik bir içeriğin yansıması değilse bile genelleşmiş böyle bir doğal refleks var. Eskisi gibi yönetilmek istemeyenler yönetenlerin, statükosunu güçlü bir biçimde sarstı. Statükoyu revize etmek için seçim sonuçlarını fırsata dönüştürmeye çalışan iktidar bu yolla sarsıntının şokunu atlatmaya çalışıyor. İktidar halkın güçlü, demokratik değişim ve ekonomik refah taleplerine rağmen topu kendi ikbaline, matuf anayasa gündemine çektiriyor. Halklar, saray iktidarına çok güçlü bir mesaj verdi ama muhatapları bu mesajı almış görünmüyor.
DEM Parti de yerel seçimlerde, “kaybettirmek” ya da “kazandırmak” değil, “kazanmak” stratejisiyle hareket etti. Özellikle 14 Mayıs Genel Seçimleri ardından açığa çıkan tablodan pay edinmiş DEM Parti’nin “Üçüncü Yol” yaklaşımı, mevcut sonuçlar göz önünde bulundurulduğunda başarılı oldu mu?
31 Mart seçimlerinden çıkan sonuç, denklemlerde değişiklik yaratmıştır. Böyle bir değişim sürecinde kendisine ufuk açmayan, öz varlığını geliştirip takip etmeyen her yol kaçınılmaz olarak önce silkelenip tartışmalı hale gelir, sonra da yeni denklemlerden çıkarılır.
DEM Parti’nin seçim stratejisi açık bir başarı elde etmiştir. Bu halkların, kadın özgürlükçü çizginin, Üçüncü Yol’da temsil edilen tüm emek ve demokrasi güçlerinin başarısıdır. Seçim sonuçlarını, özellikle demokratik siyaseti tasfiye saldırılarına kuvvetli bir cevap olması bakımından önemsiyorum. Parti kapatma, Kobanê Kumpas Davası’nın gölgesinde, aralıksız tutuklamalar ve siyasi soykırım operasyonları altında kazanılmış bu başarı, direnişin zaferidir. Bizlerin her kazanımı gibi fazlasıyla hak edilmiştir ve helaldir. Bu düzeye tutunarak daha yükseğe ulaşmanın yeni imkanları doğmuştur.
Üçüncü Yol stratejisinin gelişerek güçlü bir biçimde vücut bulacağı bir sürecin içerisindeyiz. Kabul etmek gerekir ki 31 Mart seçimlerinden çıkan sonuç, politika haritada ve denklemlerde değişiklik yaratmıştır. Böyle bir değişim sürecinde kendisine ufuk açmayan, öz varlığını geliştirip takip etmeyen her yol kaçınılmaz olarak önce silkelenip tartışmalı hale gelir, sonra da yeni denklemlerden çıkarılır. Yani Üçüncü Yol dediğimiz ve anlık günlük edinimleri ile işlenmeyecek politik strateji, Kurdistan ve Türkiye halkları için dün olduğundan daha hayatidir.
Seçim günü Kurdistan’da seçim sonuçlarını taşımalı seçmenlerle lehine çevirmek isteyen iktidar, sonrasında ise Wan’da halkın iradesine karşı darbe gerçekleştirdi. Ancak halkın ortaya koyduğu irade ile adeta dumura uğradı. Darbe girişimine karşı Cumhur İttifakı içerisinde farklı görüşler ortaya çıktı. Sizce kimler bu sürece müdahale etti?
Kürtlere seçme seçilme hakkını layık görmeyen bir iktidar, halk nezdinde tüm meşruiyetini yitirmiştir. Buna sitem eden ve buna isyan eden Kürt halkının tarihsel cevabı dönemsel gidişatı belirlemiştir.
Kayyum darbeciliğine karşı halkın eşsiz mücadele ve kazanımlarının örneklerinden biri yaşandı. Bu sadece güncel değil, tarihsel bir zaferdir. Yıllardır halkın kendi belediyesini geçemeyeceği seçse bile elinde tutamayacağı yönündeki karamsarlık, yılgınlık atmosferine teslim olmayanlar kazandı bu zaferi. Mücadele sürekliliğinin, her şart altında haklılık ve meşruiyetten taviz vermemenin semeresi daha da büyüyen kazanım olmuştur. Bu durum iktidarın 8-9 yıldır yapmaya çalıştıklarının, çöktürme, dibe vurdurma stratejisinin tersidir. Bir halkı çöktürmeye çalışırsanız onda daha güçlü ayağa kalkma duygusunu ve bilincini de beslersiniz. Dolayısıyla kayyum rejimine karşı var olan itiraz, 31 Mart seçimlerinde çok yönlü bir toplumsal ahlaki duruşa dönüştü. İktidarın kayyum rejimini geliştirerek seçimden önce sandıklara kendi memurlarını kaydederek Kayyum atama hamlesi halkın büyük ahlaki duruşu karşısında istediğine ulaşamadı. Ortada kaçak sahte seçmenlere siyasi demografi ile oynama taktiklerine, kayyumların yarattığı yıkım ve yorgunluğa rağmen kazanılmış bir başarı vardır. Kürtlere seçme seçilme hakkını layık görmeyen bir iktidar, halk nezdinde tüm meşruiyetini yitirmiştir. Buna sitem eden ve buna isyan eden Kürt halkının tarihsel cevabı dönemsel gidişatı belirlemiştir.
Politik, bilinçli halk; hakikati dönemi belirlediği gibi geleceği de belirleyecektir. Nasıl kazandığını ve egemenlerin siyasi ilkelerini aştığında daha neler kazanabileceğini bilen bir halk hakikati vardır. Wan'daki kayyum girişimine asıl olarak halk müdahale etti. Seçimlerden sonra iktidarın şu veya bu gerekçelerle belediyelere el koyma girişimlerinde bulunacağı tahminleri zaten vardı. Yeterince bilinmeyen halkın bu olası darbe girişimine ne düzeyde yanıt vereceği idi. Eğer halk başta Wan olmak üzere bütün Kürt kentlerinde ve batıda güçlü bir demokratik direniş sergilemeseydi ben AKP’de de farklı sesler çıkacağını, çıksa da gündeme oturacağını düşünmüyorum. Halkın görkemli ayağa kalkışı ve geniş kesimlerin demokratik paydada birleşerek seçilmiş belediye eş başkanı sahiplenmesi karşısında iktidar bloku kayıtsız kalamadı ya da dümen kırdı. Dikkate değer başka bir noktada şu; Faşizmin kayyum mekanizması artık halkın direnci karşısında da anlamını yitirdi.
Cumhur ittifakı içindeki kliklerin arpalığı, rüşvet, yolsuzluk barınağı haline getirildi belediyeler. Çürüme ve yozlaşma sembolüne dönüşen bu mekanizma AKP’yi bölgede tabelası dahi sallanan bir partiye dönüştürdü. Kürt açılımı yerine ikame ettikleri HÜDA-PAR açılımı ise tam bir fiyaskoya dönüştü. Böylesi koşullarda üstelik sıcağı sıcağına, Wan Belediyesi’ne siyasi darbe yapmanın akıllıca olmadığını düşünen AKP’liler oldu. Karşılarında yılmayan hakkından vazgeçmeyen iradesini alanlarda savunan halk olmasa, yeni kayyum ve türevlerinden yiyeceklerinden kimsenin şüphesi olmaz.
Wan’a yapılan darbe girişimi, bir “ön yoklama” mıydı?
Elbette en bilinen anlamıyla belediyeleri gasp etmenin bir yoklamasıydı. Hepimiz biliyoruz ki tehlike henüz geçmedi ama gideceği yolu nasıl bir hareket tarzı izleyeceğini bilen ve her deneyimde bildiğini yineleyen bir toplumsal mücadele gücü gelişiyor. Özgürlük yürüyüşünde, Newroz’da zorlu yollarda bütün diriliği ve heybetiyle siyasete müdahale eden halk bölükleri artık iradesinin yoklanmasını ve sabrının zorlanmasını istemiyor. İktidar kendini Kürtlere yoklama çekerek, DEM ve demokrasi güçleri üzerindeki baskıyı arttırarak kurtaramaz. İktidar ve saray rejimi asıl çürüyüp dökülen iç dinamiklerini yoklamalı. Bunu yapma kabiliyeti var mı? Tartışılır.
Seçim sonuçlarının güç ilişkilerini ve dengeleri de değiştirdiği iddia ediliyor. AKP’nin bir politika değişikliğine gideceği yönünde tartışmaların sürdüğü bir süreçte son olarak Erdoğan’ın, “siyasette yumuşamaya ihtiyaç var” söylemlerini nasıl değerlendirmek gerekiyor? Yumuşama sizin de yargılandığınız Kobanê Davası’nda yaşanan hukuksuzlukların son bulmasıyla da ilintili mi?
Dengelerin değiştiği doğrudur. DEM Parti, Kürt, sol, sosyalist ağırlık mevcut dengelerin bozulmasında belirleyici rol oynadı. Bilhassa Kürt oyları CHP’nin kazanımlarının da ana belirleyen oldu. Aynı ölçüde iktidarın kaybetmesinin de ana belirleyeniydi. Yumuşama söylemleri ise şimdiye kadar saray iktidarının yaşadığı ağır yenilgiyi yumuşatma gayretinden öte gidemedi. Henüz kimse bu soyut söylemin nerede karşılık bulduğunu göremiyor. Sopayla silahla yönetilmeye tahammül kalmadığı ortada ama iktidarın yumuşama kapasitesi, kabiliyeti kaldı mı? Asıl mesele bu sürekli gaza basmaya çalışanların normal viraj almaları mümkün mü?
Peki muhalefetin bu söylemlere bu kadar kolay adapte olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktidarla birlikte ana muhalefet de yumuşamada uzlaşmalı söylemine sarıldı. İlginç olan, Erdoğan ve saray rejimi “adı var, kendi yok” yumuşama uzlaşı beyanlarını ve görüşmelerini halihazırda kendi eksenini belirlemek için kullanıyor. Kobanê Davası’na gelince, eğer gerçekten iktidarın yumuşamaya gitme niyeti varsa, bunu her şeyden önce yargı alanında görmek gerekir. Zira muhalefeti toplumu baskılamanın, bölmenin düşman hukukunu uygulama alanı yargıdır? Tabii bizim asıl ilgilenmemiz gereken husus, toplumsal mücadeleyi antifaşist hareketi, kadın özgürlük yürüyüşünü hiçbir sınır ve beklentiye tabi olmaksızın kendi bağımsız mecrasında geliştirmektir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada güçlü halk hareketleri olmadan hiçbir otoriter faşist yapı değişmedi, değişmez. Biz her zaman olduğu gibi kendi mücadele kanalımızı ve kararlılığımızı geliştireceğiz.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 16 Mayıs’taki Kobanê Davası duruşmasına bir heyet göndereceğini açıkladı. “Kürtler hariç” ısrarını CHP açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP'de Kürt sorununa ilişkin bir politika değişikliğinden bahsedebilir miyiz?
CHP iktidar iddiası taşıyan bir ana muhalefet partisi olarak Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda hala bütüncül bir program açıklamadı. Bu konu siyasi iddiasında zayıf tarafı olmaya devam ediyor.
Geliştirilen bu tutum her şeyden önce CHP’nin demokrasi iddiasıyla uyumu ve tutarlılığı açısından normal olandır. Ne yazık ki memlekette demokratik normalitenin şirazesi epeyce kaydığı için siyasetin zorunlu gerekliliklerini yerine getirmek bile sıra dışı bir duruma dönüşür. Elbette CHP’nin daha önceki yaklaşımlarıyla kıyaslandığında bir gelişme yaşandığını da kabul edebiliriz.
Kayyum darbesi yapanların bile artık böyle gitmez diye kendi aralarında tartıştığı bir konjonktürde, ana muhalefet partisinin buradan çok ileri bir tutum sergilemesi hem normal, hem de zorunludur. Aynı zamanda CHP’nin son yıllardaki seçim başarılarında tartışmasız belirleyici olan Kürt seçmene daha fazla saygı ve sorumluluk borçludur. CHP iktidar iddiası taşıyan bir ana muhalefet partisi olarak Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda hala bütüncül bir program açıklamadı. Bu konu siyasi iddiasında zayıf tarafı olmaya devam ediyor. Kobanê Davası’nı yakından izlemeleri Türkiye demokrasisinin gelişimi ve bu alandaki kriz unsurlarının çözümü bakımından önemli. Tabii CHP yönetiminin son dönemde spesifik olarak Gezi Davası’na odaklandığını görüyoruz. Yaygın hukuksuzluk ve kumpas davaları konusunda bütünlüğü bozmayan toplumsal vicdanı yaralayan bir yönelime ihtiyaç var. Gezi, Kobanê ve tüm hukuksuz siyasi davalar karşısında bütünlüklü bir muhalefet cephesi örülmeli.
Türkiye’deki devrimci, sosyalist ve demokrasi güçleriyle birlikte bir bileşen hukuku inşa edildi. Fakat son genel ve yerel seçimler sürecinde bu konu etrafında çok büyük tartışmalar gelişti. Önümüzdeki dönemde Türkiye devrimci hareketi ile Kürt siyasal hareketinin yanyanalığına hangi açıdan ihtiyaç var? Ve bu birliktelik geçmiş dönemdeki deneyimlerden yola çıkılarak nasıl bir gelişim sağlamalı?
Tarih büyük tufanlara gemisiz, düzensiz yakalananların silinişiyle doludur. Bu nedenle oluşturulmuş politik birikim ve donanımın değerini iyi bilmek ve yükseltmek gerekiyor.
Yaşamın bütün sorun ve yetmezliklerinden bağışık olarak, HDK- HDP geleneğinin ve bugün DEM Parti’nin en güçlü yanı, bileşenliğin yarattığı bütünlüğün sinerjisini taşımasıdır. Elbette her bir aşamada bizleri tıkayan sorunlarla yüzleşip çözmemiz gerekir. Ama şunu unutmamak gerekir, bizlerin demokratik siyaset stratejisi, bu fikrin ve paradigmanın etkisiyle, tarihsel kazanımlara ulaştı. Eril egemen statükonun en amansız saldırılarına, temsil ettiği bu çizginin gücü nedeniyle maruz kaldı. Bu gücü biz unutursak ya da önemini silikleştirirsek, kendi deneyimlerimize ve öz gücümüze yabancı kalırız. Bugün tam tersine DEM Parti’de ve HDK’de temsilini bulan Üçüncü Yol’a daha sıkı sarılmamız, bu yoldaki yıpranmaları, aşınmaları, onarmamız gerekiyor.
Siyasi iktidar ve düzen siyaseti başta Kürt politik, özgürlük hareketi olmak üzere Türkiye, devrimci, sosyalist dinamiklerine karşı uzun süredir stratejik saldırılar gerçekleştiriyor. Strateji ve oyun belli. Herkesi kendi sınırları içine göndermek, o sınırlar içinde boğmak ya da etkisizleştirmek, bu saldırı ve yönelimlere prim verme lüksümüz yok. Bütün ezilenlerin kurtuluşu ve kaderi birbirine bağlı. Etrafımıza bir bakalım, dünyaya bölgeye memleketin iç dinamiklerine ve toplumsal gelişmenin yönüne dikkat edelim. HDP, tam da böyle bir dönemin tarihsel geçiş sürecini öngörerek kuruldu. Tarih büyük tufanlara gemisiz, düzensiz yakalananların silinişiyle doludur. Bu nedenle oluşturulmuş politik birikim ve donanımın değerini iyi bilmek ve yükseltmek gerekiyor.
Kobanê Davası’nı biraz daha konuşalım istiyorum. Mahkemeden tahliye bekleniyordu ancak mahkeme kararını değiştirerek, tutukluluğa devam diyerek 16 Mayıs’ta hükmün açıklanacağını ifade etti. Bu karar değişikliğinin usul eksikliklerine dayandığını mı düşünüyorsunuz, yoksa iktidar henüz sizin şahsınızda HDP siyasetine dönük bir karar veremedi mi?
Baştan sona demokratik siyaseti rehin tutmak, kaybettikleri yarışların öcünü almak için bu davayı kullandılar.
Kobanê Davası zaten en baştan beri hukuk ve bu kavramın temel anlamı olan usul bakımından tam bir facia. Böylesine usul skandalının yaşandığı, bir davadan normal koşullarda karar verilmemesi gerekiyor. En azından görüntüyü kurtarmak için dosyayı ıslah etmeleri lazım. Ama tabi burası sarayın ve saray savcısı MHP’nin Türkiye'si. Yargı kararları ve pratiğiyle bize ve bütün topluma böyle diyorlar. Karar verilir veya verilmez. Bunun artık bir önemi yok. Baştan sona demokratik siyaseti rehin tutmak, kaybettikleri yarışların öcünü almak için bu davayı kullandılar. Halklarımıza saldırıp siyasi soykırıma tabi tuttukları sürece kaybetmeye devam edecekler. Kararlılar mı, kararsızlar mı bilmem ama bizim içimiz rahat, yüreğimiz ferah. En azından onlar her kaybettiğinde 8 yılı bulan esaretin anlam kazandığını düşünüyoruz.
Bizi bu kumpas davasıyla, onun baskı ve kötü muameleyi aşan ağırlığıyla, yoğunluğuyla cebelleştirmek için çok uğraştılar. Ama her duruşmayı politik mücadele ağını ve alanı olarak gördük. Aynı zamanda kadınların, halkımızın, partimizin görev çağrıları karşısında geri durmadık. Yine kendi görevimize, kendi kararlarımıza yoğunlaşacağız.
Demokratik siyasete dönük bir cezalandırma kararı, Türkiye siyasetine ve halklara neler kaybettirir? Ve iktidara da kaybettirir mi?
Kobanê Davası ve bütün HDP’li seçilmişlere yönelik siyasi davalar, en baştan beri sadece bizleri cezalandırmayla sınırlı değildi. Bütün topluma emek ve özgürlük güçlerine esaslı bir gözdağı sınır çekme anlamı taşıyordu. Kobanê, Gezi gibi davalarda sonucu iktidar yargısının vicdanına bırakmak, dayatılan bu çizgiye teslimiyet ve mahkumiyet yolunu açar. Meşru ve haklı toplumsal hareketlerin mahkum edilmesini temelden reddetmek üzerine kurulu bir politik tavrın sergilenmesi genel toplumsal yarar açısından hayatidir. İktidar açısından baktığımızda fazla söze gerek yok. Kobanê'nin ve HDP’nin, yani Kürt halkının onuru, iradesi ve Türkiye gerçeğiyle kurduğu bağın yargılandığı, mahkum edildiği bir kararın geri dönüşü günlük olamaz. Başta Kürtler ve halkların demokratik birliğine köprü olan devrimci, özgürlükçü emekçi, sol kitlenin bilincinde ve hafızasında derin etkilere yol açar.
16 Mayıs’ta siz siyasetçilerin son sözleri de alınacak. Figen Yüksekdağ’ın bu tarihsel davadaki son sözü ne olacak?
Ben ve dava arkadaşlarımın çoğu son sözlerimizi yaklaşık 2 ay önce tamamladık. O gün söylediklerimi tekrarlayabilirim sadece. Son sözü direnenler söyler, dün de bugün de.
MA / Fırat Can Arslan