Sevilay Çelenk: Türkiye, Suriye Kürtlerinin kazanımlarını korumalı

img
ANKARA - Kürtlerin Suriye’de büyük bedeller ödeyerek kazandıkları kazanımlarına işaret eden DEM Partili Sevilay Çelenk, Türkiye’nin bu kazanımları özgür, demokratik bir Suriye’nin güvencesi olarak görmesi gerektiğini belirtti. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Şirnex, Wan, Amed Milletvekilleri Nevroz Uysal Aslan, Zülküf Uçar, Sevilay Çelenk ve Ceylan Akça Cupolo  Meclis, Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay bütçelerine ilişkin Meclis Genel Kurulu’nda söz aldı. 
 
İlk olarak konuşan Nevroz Uysal Aslan, Türkiye’de adalet, eşitlik, toplumsal cinsiyet, yoksulluk, ayrımcılık, inanç ve pek çok konuda sorunların olduğunu ifade etti. Aynı zamanda bölgesel eşitsizliklere ve mülteci sorunlarına da değinen Nevroz Uysal Aslan, “Bu derin eşitsizliğin en sert, yakıcı biçimlerinden biri tüm politik, ekonomik, kültürel fay hatlarının toplamı olan, en çok eşitlik ilkesi diye sürekli ifade ettiğiniz ceza ve infaz sisteminde karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin hiçbir zaman tam olarak eşitlik ilkesinin uygulanmadığı bir ülke olduğunu biliyoruz” dedi. 
 
 ‘YAŞAMLARINA NEDEN OLUYOR’ 
 
Adli ve siyasi tutsaklara uygulanan infaz rejiminin eşitsiz olduğunu belirten Nevroz Uysal Aslan, “Bu da yetmiyor, denetimli serbestlik süreleri kısaltılıyor, açık hapishaneye ayrılma yönetmelik hakkıyla engelleniyor, koşullu salıverme sürecinde samimiyet tasdik belgesi adı altında hukukta olmayan kriterlere bağlıyorsunuz. İyi hâl ölçütü hukuki olmaktan çıkmış, idari gözlem kurulları eliyle ideolojik uyum testine, paralel gölge yargılamalarla yürütmüş olduğunuz bu ayrımcı sistemde hasta mahpuslar, engelliler, ağır hastalar, ileri yaştaki mahpuslara karşı bu eşitsiz uygulama maalesef ki hayatlarına mal olacak sonuçlar yaratıyor. Yine, infaz edilip kaldırılsa bile çok basit bir idari yaptırım olan disiplin cezaları siyasi mahpuslar bakımından 3 hücre cezası infazı üzerinden on yıl, on beş yıl geçmiş olsa bile otuz yıl olan bir mahpusun infazını otuz altı yıla kaldırabilecek kadar ağır sonuçlara sebep oluyor” diye kaydetti. 
 
AİHM KARARI UYGULANMIYOR 
 
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına işaret eden Nevroz Uysal Aslan, “Öcalan yasası olarak bilinen, kişiye özel olarak getirilen bu düzenleme infaz sürecinin hiçbir biçimde özgür kalma umudu yaratmayan, en az 4 bin mahpusun insanlık dışı koşullarda tutulmasına sebep oldu. Ancak bu mesele sadece Sayın Öcalan meselesi değildir. Sayın Öcalan için yaratıldı, doğru ancak şu an tüm bir toplumun özgürlük, hukuk, barış beklentilerinin rehin alınmasına yıllardır sebep oldu. Toplumu da binlerce mahpusu da umutsuzluk rejimine mahkûm kıldınız. Bu konuda AİHM Öcalan, Gurban, Kaytan, Boltan kararlarında açıkça söyledi, ölünceye kadar yani umut hakkının verilmemesini işkence ilkesine aykırı olarak tespit etti. Anayasa’nın 90'ıncı maddesine göre sizin bunu çoktan değiştirmeniz gerekirken Bakanlar Komitesi'nin üç ayrı tarihteki kararlarına rağmen, ‘Tecrite başvurmayın, umut hakkını uygulayın, yirmi beşinci yılı hedef alarak gözden geçirme mekanizması kurun.’ demesine rağmen bugün hâlâ bu düzenlemede sessizliğinizi koruyorsunuz” diye konuştu. 
 
KÜRTLERE AYRI HUKUK 
 
 Söz alan Zülküf Uçar ise 11’inci Yargı Paketi’ne değinerek, siyasi tutsakların kapsam dışında bırakılmasına tepki gösterdi. Uçar, “İnfaz Kanunu disiplin cezalarının tümü infaz edilip kaldırılmadıkça koşullu salıvermenin gerçekleşmeyeceğini düzenliyor. Tarafımıza her gün binlerce yurttaş, onlarca yurttaş ulaşıyor. Disiplin cezalarından dolayı tahliye edilemeyen yüzlerce, binlerce yurttaşımız var. Açığa ayrılma, denetimli serbestlik uygulaması ve koşullu salıverme için iyi hâlli olmak gerekiyor. Bu disiplin cezaları mağduriyetinde Kürtler, politik mahpuslar yine hariç tutuluyor. TMK'nın 17'nci maddesi üç hücre cezası alan kişinin hiçbir şekilde koşullu salıvermeden yararlanamayacağını söylüyor. TMK aracılığıyla, hakikaten, yine Kürt'e yönelik bir ayrımcılık yapılıyor ve bunun da bir an önce çözülmesi lazım” dedi. 
 
 HAKAN FİDAN’A TEPKİ GÖSTERDİ 
 
Bütçe sunumunda Türkiye’nin bölgesel ve küresel ölçekte barış, istikrar ve iş birliği gibi konularda çaba sarf edildiğine dair ifadelerin yer aldığını ancak saha gerçekliğinin farklı olduğuna işaret eden Ceylan Akça Cupolo, Türkiye’nin kendisi ile çeliştiğini ifade etti. Ceylan Akça Cupolo, “Bu çelişki ve tutarsızlıklardan birincisini Suriye'de gördük. Sayın Bakan, siz Doha'daydınız ve Doha'da şöyle bir cümle kurdunuz, SDG bağlamında ‘Suriye Hükûmeti egemen bir hükûmettir, o sebeple SDG'yle ne yapacaklarına kendileri karar verebilir.’ demiştiniz ama bununla simultane bir şekilde Suriye'nin sokaklarında Türkiye'nin tankları geziyor ve SDG'ye bir operasyon yapma tehdidi devam ediyordu. SDG'nin hangi birliklerinin ne şekilde Suriye ordusuna entegre olacağıyla ilgili çok fikriniz var ama Ebu Amşa gibi, El İsa gibi savaş suçluları seri tecavüzcülerin Suriye ordusuna entegre olmasıyla ilgili hiçbir itirazınız yok” dedi. 
 
KÜRTLER AYRI GÖRÜLÜYOR 
 
Türkiye’nin enerji ve ticaret koridorlarından dışlandığını ifade eden Ceylan Akça Cupolo, “Irakta'ki Kalkınma Yolu'nda bu kalkınma yolunun hattını çizerken niyeyse federe Kürdistan bölgesini bunun dışında tutmaya çalışıyor. Niye? 2003'teki aynı reflekslerle davranıyor. Neydi 2003'teki refleks? ‘Aman Kürtler bir statü sahibi olmasın’ Oysaki şimdi federe Kürdistan bölgesinde iş yapan firmaların üçte 1'i Türkiyeli firmalar, Türkiyeli insanlar oradaki meselelerden, işlerden para kazanıyorlar ve Türkiye halklarıyla aralarında farklı bir köprü oluşuyor. Mesela, Irak'taki meseleden bahsederken burada Türkmen kartına sık sık değinilmiş. Türkmenlerle ilgili denmiş ki: ‘Irak'taki Türkmen yoldaşlarımızın haklarının gözetilmesi, Irak'ın siyaset ve devlet yapısında halkça temsil edilmeleri ülkenin öncelikleri arasında yer almaktadır.’ Aynı cümleyi Suriye'deki Kürtler için kullanınca neden bir yerinize batıyor? Niye batıyor?” diyerek tepki gösterdi. 
 
 NASIL BİR ORTADOĞU? 
 
Ceylan Akaç Cupolo, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizim Orta Doğu perspektifimiz Barrack'ın kurduğu gibi ‘Buraya en çok monarşi yakışır.’ şeklinde değil, Orta Doğu'da sınırların flulaştığı, demokratikleşmenin gerçekleştiği, ekolojik krize karşı bütün halkların bir araya geldiği, su anlaşmalarının yapıldığı, ekolojik krizle, susuzlukla, kuraklıkla, tarımsal sorunlarla ilgili halkların bir araya gelip farklı bir diplomasi oluşturduğu bir tahayyülümüz vardır, Orta Doğu tahayyülümüz vardır. 
 
KENDİ GELECEKLERİ HAKKINDA KENDİLERİ KARAR VERMELİ 
 
Bakın, Doğu Akdeniz ve Afrika'ya dönecek olursak orada da yine tutarsız, çelişkili ve belirsiz dış politikanın etkilerini görüyoruz. Kıbrıs meselesinde, Kıbrıs Türklerinin vesayet ve müdahaleden uzak bir şekilde kendi geleceklerine karar verme iradelerini savunuyoruz. Kıbrıs'ta çözümün Ankara tarafından tehdit ve tecrit yoluyla değil ancak halkların bir arada yaşam iradesine hep beraber gösterdikleri şekilde bir yönetim biçimini savunuyoruz; tıpkı Suriye'de, tıpkı Filistin'de, tıpkı Afrika'da ve tıpkı Orta Doğu'nun genelinde benimsediğimiz ve talep ettiğimiz üzere. Bakın, Afrika kıtasında Türkiye harıl harıl silah satıyor ama bir yandan burada mesela, bu bütçe başlığında, silahsızlanma, Türkiye'nin silahsızlanmaya gösterdiği çabalardan bahsediliyor. Bunu kim diyor? Dünyada en çok silah satan 9'uncu ülke kalkıp diyor ki: ‘Biz silahsızlanmayla ilgili çabalara katkı sunuyoruz.’ Bu tutarsızdır, bu çelişkilidir.” 
 
 ‘DEMOKRATİK TÜRKİYE MÜMKÜNDÜR’ 
 
Söz alan DEM Parti Amed Milletvekili Sevilay Çelenk, Cumhuriyetin yüzüncü yılını geride bırakmış olmasına rağmen henüz toplumsal barışını sağlayamadığını kaydetti. Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne de işaret eden Sevilay Çelenk, “Bizler tek tek yurttaşlar olarak, toplum olarak, ülke olarak ve bölge olarak büyük Şair Turgut Uyar'ın dediği gibi bütün mümkünlerin kıyısında olabiliriz. İç barışını başarmış, silahlara veda etmiş; haklar, özgürlükler ve demokrasi kulvarlarında yol katetmiş bir ülke gerçekten de bütün mümkünlerin kıyısındadır. Suriye'de istikrarlı bir rejimin inşası için mücadele eden; Rojava'da Kürtlerin, kadınların, iktidarda pay sahibi olmayan farklı din, inanç ve etnisiteden toplulukların çok ama çok güç ve çok büyük acılarla elde edinilmiş kazanımlarını sahiplenen, bu kazanımları diğer halkların ve özgür demokratik Suriye'nin güvencesi olarak gören; Orta Doğu'dan Kıbrıs'a, Orta Asya ve Kafkasya'ya tarihsel olarak ilişki içinde olduğu ülkeleri kendi çıkarlarını maksimize edeceği bir etki alanı olarak değil özgür, özerk birer yaşam dünyası olarak kavrayan demokratik bir Türkiye mümkündür” dedi. 
 
'ŞİDDET GÜVENLİĞİ SAĞLAMAZ '
 
Sevilay Çelenk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ortaklıklara seslenen, ayrıştırmayan, ötekileştirmeyen bir diplomasi, bir dış politika yaklaşımını sahiplenmek ve güçlendirmek zorundayız; ekolojik, feminist bir dış politika. Savaş ve çatışmanın doğaya yönelttiği tehdit kadar kadın ve çocukların hayatında yol açtığı vahim yıkım tablosunu da gündemine alan bir diplomasiye ihtiyaç var. Bugün dünya yeniden çok tehlikeli bir gidişatın eşiğinde. Güvenlik kapasitesinin artırılması ulusların ve ittifakların bunca zamandan sonra kendini korumak için keşfettikleri yegane yolmuş gibi görünüyor oysa İHA'lar, SİHA'lar, dronelar ve AI teknolojileri yeni olabilir ama güvenlik kapasitesi artırma mottosunda yeni hiçbir şey yok, yeni bir umut yok. Şiddete açık bir politika sürdürüldüğünde asla yeterince yüksek bir güvenlik kapasiteniz olamaz. 
 
‘FIRSATI KAÇIRMAMALIYIZ’ 
 
Biz, bugün, böyle bir dünyada silahlara ve şiddete veda etmenin yollarını arayan bir ülke olarak barışın merkezi olabileceğimiz bir konjonktürdeyiz, bizim esas fırsat anımız budur; fırsat kaçırıldı mı kaçırılır. Eşit yurttaşlık güvencesi temelinde iç barışını tesis etmiş, bölge barışını ve istikrarını sahiplenmiş bir ülkenin önünde her şeyden evvel hayat fırsatı vardır, yaşanmamış hayatları yaşanır kılma fırsatı vardır. Kaçırmamamız gereken tek ve biricik fırsat budur; ülkenin hayatı, insanın hayatı.”