Ortadoğu’nun kara deliği: Irak

img
HABER MERKEZİ - Irak’ta 2021’den bu yana hükümet kurulamaması, anayasanın uygulanamaması, Türkiye’nin saldırıları başta olmak üzere yaşanan sorunlar, egemenlerin “çözüm” adı altında müdahalesiyle daha da derinleşiyor. 
 
Kurulamayan hükümet, seçilemeyen cumhurbaşkanı, uygulamaya geçilemeyen anayasanın 142. Maddesi, Türkiye’nin saldırıları, DAİŞ saldırıları, Şengal’e dönük “9 Ekim anlaşması”nın devreye konulmak istenmesi, petrol gelirlerinin düzene girememesi, Avrupa’nın tekrar gözünü buradaki petrol ve gaz yataklarına dikmesi… Konular silsilesi uzayıp gidiyor. 
 
Irak 10 Ekim 2021’den bu yana hükümet kurma krizi yaşıyor. Irak anayasasına göre cumhurbaşkanı seçim sonuçları açıklandıktan sonra 15 gün içinde meclisi toplamakla mükelleftir. Meclisin ilk oturumundan sonraki 30 gün içerisinde cumhurbaşkanının seçilmesi gerekiyor. Seçilen cumhurbaşkanı da mecliste çoğunluğu temsil eden birini hükümeti kurmakla görevlendirir. Cumhurbaşkanı seçilemediği için haliyle hükümet de kurulamıyor. 
Irak devlet olarak kurulduğu andan günümüze kadar nerdeyse aralıksız bir şekilde hükümet kurma krizi yaşadı. Milliyetler Cemiyeti tarafından bağımsız bir devlet olarak tanındığı 1932 yılından bugüne kadar onlarca darbeye sahne oldu. Irak’ın yüzyıllık tarihi aslında Ortadoğu tarihinin de özeti gibidir. Merkezi hegemonik iktidarın müdahalesine maruz kalmış, etnik-dini-mezhepsel çatışma ve krizlerin her türlüsünü içte barındıran bir ülke konumunda. Adeta Ortadoğu’nun bir laboratuvarı gibi. 
 
BİR DEVLETTE ÜÇ DEVLET
 
Irak’ta tüm gelişmeleri belirleme gücünü elinde barındıran üç kesim var: Sünni Kürtler, Şii Araplar ve Sünni Araplar. Bunun yanında Hristiyan Asuriler, Ermeniler; Êzidi ve Şebek inancına mensup Kürtler; Şii Türkmenler vb. birçok farklı dini ve etnik yapıyı barındırıyor. Mevcut Irak Anayasası federal bir karaktere sahip ve kısmen de olsa tüm toplumsal kesimlerin temsiline olanak sağlıyor. Ancak anayasayı koruyacak ve uygulayacak güçlü bir mekanizma yok. Dolayısıyla anayasanın verdiği bu haktan da ancak güçlü olanlar yararlanabiliyor. Güç olma mücadelesi aslında tüm bu krizlerin de nedenidir. 
Aslında her ne kadar Irak bir devlet olarak görünse de hep üç devlet biçiminde varlığını sürdürdü: Şii Arapların devleti, Sünni Kürtlerin devleti ve Sünni Arapların devleti. Her üç kesim de ortak bir Irak’tan ziyade kendi devletlerini kurup yönetmek istiyor. Hal böyle olunca da çatışma ve kriz de kaçınılmaz oluyor. Kürtler Araplarla, Sünniler Şiilerle, Müslümanlar Hristiyan, Êzidî ve diğer inançlarla sürekli bir gerginlik halinde. Bu durum çevre devletler tarafından da kullanılmaya çok müsait bir ortam sunuyor.
 
10 EKİM SEÇİMİNDEN SONRAKİ DURUM
 
Yapılan son seçimlerin ardından ilginç bir şekilde kimi ittifaklar oluştu. İttifakların oluşum biçimi görünüşte ‘bazı engeller aşılmış’ gibi bir intiba oluşturuyor. Ancak biraz yakından incelendiğinde zoraki ve şekilsel bir ittifak olduğu görülüyor. Irak anayasasına göre seçime girmek ve milletvekili olmak görece kolay. Şartlar diğer Ortadoğu devletlerine göre daha esnek. Onun için Meclis'e onlarca parti ve bağımsız milletvekili girebiliyor. Temsili demokrasi açısından önemli bir gelişme ancak bu temsilin doğru mekanizmalarla hayata geçirilememesi bu demokrasi biçiminin kendisini sorun kaynağı haline getiriyor. Demokratik uzlaşı ve birbirini kabul etme kültürü gelişmeyince her kesim ayakta kalmak için kendini bir güce dayandırmaya çalışır. Haliyle sorun iç dinamiklerle çözüm imkanından uzaklaşır ve işin içine dış dinamikler girer. Kurulan ittifakların soruna çözüm olamamasının altında da kendilerini dayadıkları dış dinamikler geliyor. 
 
Şu anda cumhurbaşkanlığı seçiminde ve hükümet kurma meselesinde öne çıkan üç grup var: 
 
1- Vatanı Kurtarma İttifakı: Sadr (İran karşıtı Şii Arapların en büyük temsilcisi), KDP (Türkiye ile son dönemlerde oldukça yakınlaşan ve Türkiye’nin istediği doğrultuda politika izleyen Kürt partisi), Egemenlik Koalisyonu (Saddam yanlısı Sünni Arapların oluşturduğu grup). Bu ittifak daha çok Türkiye ve ABD tarafından destekleniyor. Ancak son zamanlarda Türkiye’nin Federe Kürdistan Bölgesi'ne dönük saldırılara en yüksek tepkiyi de gösteren Sadr hareketi oldu. Sadr’a bağlı milletvekillerinin istifa etmelerinin bir nedeni de bu tepkiler sonrası Türkiye, ABD ve Katar’ın yapmış olduğu baskı olabilir. Federe Kürdistan Bölgesi Demokrasi ve Siyaset Akademisi Başkan Yardımcısı ve Duhok Üniversitesi Öğretim Görevlisi Kamuran Berwarî de bu minvalde bir değerlendirmede bulunuyor: “Sadr Hareketi, KDP ve Egemenlik Koalisyonu bir araya gelerek ittifak kurmaya çalıştı. Bu ittifak projesi başarısız oldu ve bir hükümet kuramadılar. Çünkü onların da Irak halkına hizmet etmek için bir hükümet kurma amaçları yoktu. Asıl amaçları Türkiye’ye hizmet etmekti. Bunun için hem bölgesel hem de küresel bazı güçler buna müdahale etti. Irak’ta siyasi bir irade gerekiyor. Hükümetin kurulması ve başbakanın seçilmesi gerekiyor. Irak’ta çıkar çatışması olduğu için kimse bir hükümet de kuramıyor.”
 
2 - Koordinasyon Çerçevesi: Nuri el-Maliki, İran yörüngesindeki Haşdi-Şabi’ye bağlı Fetih Koalisyonu Lideri Hadi Amiri, Müsenna es-Samarrai liderliğindeki Sünni Azim Koalisyonu, bazı Şii yapılar ile YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği, daha çok İran’a yakın politikalar izleyen Kürt partisi). Bu ittifak İran tarafından destekleniyor. En çok öne çıkan kişi daha önce başbakanlık da yapmış olan Nuri el-Maliki’dir. Maliki son dönemde yaptığı açıklamalarla Türkiye’nin Irak’ın iç işlerine yönelik siyasi ve askeri müdahalesine karşı ortak tavır alma çağrısı yapıyor.
 
3-Bağımsızlar: İki ittifak hükümet kurmada başarısız oldukları için Sadr bağımsızlara sorumluluk almaları için çağrı yapmıştı. Sayıları kırkı bulan bağımsız milletvekilleri hükümet kurma ve cumhurbaşkanın seçilmesi için bir girişim başlattılar. Ancak Sadr’ın verdiği 40 günlük süre bitmesine rağmen hükümet kurulamadığı için Sadr tümden geri çekildi. Dolayısıyla bağımsızların girişimi de sonuçsuz kaldı.
 
İTTİFAKLAR NEDEN ÇÖZÜM GELİŞTİREMEDİ
 
Bu ittifak ve koalisyonlara bakıldığında durumunun vahameti gün yüzüne çıkıyor. Ne mezheplerin arasında bir birliktelik var ne de etnisitelerin birlikteliği mevcut. Vatanı Kurtarma İttifakı daha çok Türkiye, Katar ve ABD tarafından destekleniyor. Ancak Sadr’ın ABD ile arasının pekiyi olmadığı biliniyor. Dışarıya daha açık olan ve görünürde olan KDP oluyor. KDP önceki seçimlerin aksine Kürtlerle ittifak yerine diğer kesimlerle ittifak yapmayı tercih etti. Aslında bu tercihin daha çok Türkiye ile ilişkiler sonucunda geliştiği görülüyor. Zaten Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Neçirvan Barzani ile görüşme sonrası yaptığı açıklamada kendileriyle işbirliklerinin sadece Federe Kürdistan Yönetimiyle sınırlı olmadığını belirtmişti. Hemen sonrasında KDP cumhurbaşkanlığı için kendi adayını ilan etti. Hâlbuki Irak anayasasına göre Cumhurbaşkanı Kürtlerden seçiliyor. KDP ve YNK kendi aralarında federe Kürdistan yönetimi ve cumhurbaşkanlığı üzerinde bir anlaşma yapmışlardı. Buna göre Kürdistan başkanı KDP ve Irak cumhurbaşkanı da YNK’den seçiliyordu. Ancak KDP bu kuralı ihlal edip kendi adayını gösterdi. Gösterdiği aday daha önce yolsuzluk suçlarından dolayı ceza aldığı için cumhurbaşkanlığı adaylığı reddedildi. Zaten karmaşık bir hal alan cumhurbaşkanlığı seçimi daha da karmaşık bir hale büründü. Meclis her oturumda bir kriz ile karşı karşıya kalınca son dönemde oturmaya ara verildi. Cumhurbaşkanlığı seçimi için ne zaman toplanacağı da belli değil. Son olarak Sadr’a bağlı tüm vekillerin istifalarını sunması ve istifaların hemen kabul edilmesi başka bir senaryonun yürürlüğe konulmak istendiğini gösteriyor. 
 
Iraklı araştırmacı tarihçi Dr. Ciwan El-Beydanî, Sadr'ın milletvekillerinin istifasının etkileri ve sonuçlarıyla ilgili olarak ANHA’ya verdiği demeçte bu durumu şöyle değerlendiriyor: "Bu istifayla siyasi baskının sona ereceğine inanıyorum. Gizli sırların olduğunu düşünüyorum. Bunun kanıtı da Meclis Başkanı Mihemed Helbûsî’nin istifaları derhal kabul etmesini gösterebiliriz. Siyasi partiler arasında, Sadr Hareketi'nin Helbusi bloğu ve KDP ile kurduğu ittifak arasında perde arkasında müzakereler olduğu çok açık. Irak seçim yasasına göre istifa eden her milletvekilinin yerini, daha fazla oy alan en yakın üye alır. Bunların çoğu Koordinasyon Çerçevesi ve bağımsızlardan oluşuyor. Sonuç olarak hükümetin kurulması kolaylaştırılacak. Aslında, Koordinasyon Çerçevesi milletvekillerinin çoğunun Saddam Hüseyin'in eski muhalifleridir. Müzakerelerde dolaylı olarak baskı yapıp Sadr Hareketi'ni istifaya zorlamışlardır.” 
 
SİYASİ KRİZİN ÇATIŞMAYA DÖNÜŞMESİ
 
Siyaseten bu gerilim devam ederken, sahada da sıcak çatışmalar yaşanıyor. Son iki ayda Kürdistan’a yönelik füzeli saldırılar arttı. Bir taraftan Türkiye Güney Kürdistan’a kalıcı yerleşmek için büyük operasyonlar yapıyor bir yandan da nerdeyse her gün Mahmur ve Şengal’e dönük SİHA saldırıları gerçekleştiriyor. Bunu yaparken de PKK’yi bahane ediyor. İran da son dönemde yapılan kimi saldırıları resmi olarak üstlendi. İran bölgeye yönelik saldırıların gerekçesi olarak İsrail ve ABD istihbaratını gösteriyor. Vurduğu yerlerin istihbarat üsleri olduğunu iddia ediyor. Yine İran’a bağlı milis güçler de Türk üslerini defalarca füzelerle vurdular. Bununla birlikte İran Kürt devrimcilere dönük infaz girişimlerini de artırmış durumda. Hem İran hem de Türkiye bir yandan siyasi baskı yaparken bir yandan da askeri olarak sahada varlıklarını gösteriyorlar. Uluslararası koalisyonun tamamen Iraktan çekilme takvimi işlerken, Türkiye ve İran, Irak’a tamamen yerleşmenin hazırlıklarını yapıyor. 
 
Türkiye saldırı ve müdahalelerini KDP ve Sünni gruplar üzerinden gerçekleştirirken İran YNK ve Şii gruplar üzerinden gerçekleştiriyor. Son dönem Irak’taki İran ve Türkiye çatışması bir üst aşamaya varmış durumda. Artan DAİŞ saldırılarına karşılık Şii milis gruplarının Türk üslerini hedef alması bunu açıkça gösteriyor. Her iki devlet de birbirilerini ve izledikleri politikaları gayet iyi biliyorlar. Her iki devlet Irak’ta hakimiyet kurmak için Şengal’in statüsünü, petrol gelirlerini, gümrük kapılarının gelirlerini de kendi çıkarlarına göre gündeme getiriyorlar. 
 
ULUSLARARASI VE YEREL GÜÇLERİN ÇÖZÜM YAKLAŞIMI
 
ABD 2000'ler sonrasında Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yeni müdahale seçeneklerini masaya yatırdı. Tek kutuplu dünya sisteminde Ortadoğu'da da kendisine göre bir sistem inşa etmeliydi. Kimyasal silah iddiasıyla Irak'a savaş açtı. “Demokrasi ve özgürlük” sloganıyla Irak'a giriş yaptı. Baş suçlu olarak gördüğü Saddam rejimini yıktı ardından Saddam da idam edildi. Ancak sorunların çözümü bir yana mevcut durum Saddam'ı aratır bir noktaya gelmiş. ABD'nin dünyaya ihraç etmek istediği liberal demokrasi, ulus-devlet ve serbest piyasa ekonomisi Ortadoğu'nun gerçekliği ile bağdaşmıyor. Ancak merkezi hegemonlar ısrarla kendi çözümlerini dayatıyorlar. Çözüm referansları ise halkların birlikte özgür bir şekilde yaşaması değil, Ortadoğu enerji kaynaklarını olabilecek en az maliyetle uluslararası pazara sürmek. Ortadoğu'ya “daha çok kar” gözüyle bakılıyor. 
 
Uluslararası güçlerin çözümünün bir ayağı olan ulus-devlet formu batı hegemonik güçler tarafından Ortadoğu'ya ihraç edildi. İlk ulus-devletler kurulurken ne kadar acı ve felaket yaşandıysa şimdi yeni müdahalelerle daha fazla acı ve felakete sahne oluyor. Irak ve Suriye bunun en açık örnekleridir. Hegemonik güçler sorunu kökten çözme yerine makyajlama stratejisi izliyorlar. Ulus-devlet etrafında çözüm geliştiriyorlar. Fakat ulus-devlette ısrar karadelik misali Ortadoğu’nun maddi-manevi tüm enerjisini yutuyor. En büyük enerji yataklarına ev sahipliği yapan Ortadoğu maalesef dünya ortalamasının altında enerjiden faydalanabiliyor. Demokratik haklardan en asgari düzeyde yararlanabiliyor. 
 
Ortadoğu'daki sorunların devletçi muhatapları da çözüm olarak ulus-devletin belki de daha tahripkâr bir türü olan din ve mezhep devletini geliştirmek istiyorlar. İran, Irak ve Suriye'de Şiilere ait bir devletin olmasını isterken Türkiye tersinden Sünni devletinden yana tavır koyuyor. Tabi bu iki devletin elinde olsa biri Safevileri diğeri de Osmanlıyı diriltecek. Bu olmayınca daha küçük devletlere de razı geliyorlar. 
 
ALTERNATİF ÇÖZÜM MODELİ
 
Açıkça görülüyor ki soruna mezhepsel ve etniki yaklaşım da çözüm getirmiyor. Daha fazla enerji tüketiyor. Hegemonik ve bölgesel devletçi yaklaşımın modeli sorun çözücü değil daha da tıkatıcıdır. Ortadoğu'da ulusa, dine, mezhebe dayalı bir yaklaşımın çözüm getirmeyeceğini artık kabul etmek gerekiyor. Tabi Ortadoğu'da ulus-devletin sonunun geldiğini kavramak kadar olası çözüm modellerini de gerçekçi bir şekilde göz önünde bulundurmak gerekir. 
 
Ortadoğu bölgesel ve yerel güçleri kendi aralarında ortak bir Ortadoğu Demokratik Yaşam Evi kurmadığı müddetçe bu kriz ve çatışmalı hal devam edecek. Birbirinin varlığını kabul temelinde bir çözüm geliştirilmeli. Kendi varlığını başkasının varlığı üzerine inşaya dayalı tüm çözüm modellerinin gideceği nokta yıkım ve felakettir. Bunun önüne geçmesinin yolu herkesin kendi hakikatiyle varlığını sürdürebileceği bir çözüm modeli geliştirmektir. PKK Lideri Abdullah Öcalan da Ortadoğu üzerinde tarihi ve sosyolojik değerlendirmelerde bulunduktan sonra olabilecek en uygun çözüm modelinin Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi olduğunu belirtiyor. Uzun analizlerden sonra şöyle sonuçlandırıyor sözlerini: “Tüm bu sonuçlar ışığında, tüm toplumsal kesimlerin ve toplumun tüm alanlarının demokratik konfederal örgütlenmelerini sağlamaları temelinde Demokratik Ortadoğu Konfederalizminin inşası Ortadoğu’daki sorunların çözümü ve krizin aşılmasının stratejik adımını ifade etmektedir. Ortadoğu’da ulus-devletçilik sürdürülebilir bir sistem olmaktan çıkmıştır. Tüm sorunların kaynağı olan bir sistemin gerçekte bir çözüm olması zaten söz konusu değildi. Böylesi bir iklimde koşullar toplumun demokratik örgütlenmesinin geliştirilmesi için tarihsel fırsatlar sunmaktadır. Tarihsel tecrübeler ışığında inşa edilecek Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi, demokratik modernite anlayışıyla demokratik toplumun evrensel çözümüne giden yolun da temel adımını ifade etmektedir. Ortadoğu, toplumsallığın yoğunlaştığı alan olması itibariyle evrensel bir özellik ihtiva etmektedir. Ortadoğu’nun bu karakteri dikkate alındığında geliştirilecek Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi ile sadece Ortadoğu’daki krizin aşılması değil, kapitalist modernitenin yapısal kriz yaşadığı bir süreçte demokratik toplumun evrensel çözüm gücünün öncü merkezi olacağı beklenen bir gerçeklik olmaktadır.”
 
MA / Ferhat Akıncı