Türkiye cezaevlerinin tarihi: İşkenceye karşı direniş büyüdü 2022-07-19 09:15:03   İZMİR - Her dönem işkence, baskı ve ölümlerin adresi olan cezaevleri aynı zamanda direnişin de tarihini yazdı. Özellikle 12 Eylül’de cezaevlerinde direniş ateşini yakan tutuklular günümüzde de baskılara teslim olmuyor.   Türkiye’de cezaevleri tarihi, aynı zamanda işkence ve ölümlerin tarihi olarak ola geldi. Son olarak Aydın E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 13 Ocak 2022’de intihar ettiği belirtilen tutuklu Yılmaz Ekinci’nin tanık ifadeleri ve cezaevi içindeki görüntülerde öldürülmüş olabileceği şüphesi belirdi. Yine 7 Nisan 2022’de Akhisar T Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Mehmet Sevinç şüpheli şekilde beyin kanaması geçirdi. 13 Nisan’da da Silivri 5 No'lu L Tipi Kapalı Cezaevi'nde gardiyanların baskı ve şiddeti sonucu 8 tutuklu intihar girişiminde bulundu, 2'si yaşamını yitirdi.      Tutukluların esir olarak görüldüğü ve her türlü insani haktan mahrum bırakıldığı cezaevleri sürekli işkence ve ölümlerle gündemdeki yerini koruyor. 1950’li yıllarda tarihi Sansaryan Han’dan başlayan işkenceler günümüzde Türkiye’nin dört bir yanında yapılan cezaevlerinde sürüyor. Özellikle siyasi tutuklulara yapılan bu uygulamaların karşısında ise hep bir direniş ve mücadele gelişti.   SANSARYAN’IN ‘TABUTLUĞU’   Uzun süre İstanbul Emniyet Müdürlüğü binası olarak kullanılan Sansaryan Han, 1950 ve 60’lı yılların işkence merkezlerinden birisi haline geldi. Ruhi Su, Ahmet Arif ve Mihri Belli gibi birçok yazar, şair ve siyasetçinin işkence gördüğü Sansaryan Han’da 36 hücre bulunuyordu. Bu hücrelerden ikisi hariç, diğer hücreler penceresizdi ve hava alacak herhangi bir deliği bile yoktu. Devrimci hareketin önde gelen isimlerinin işkence gördüğü Sansaryan Han, tutuklular tarafından “tabutluk” ismi verildi. Ruhi Su, burada gördüğü ağır işkenceleri “En zoru da ‘Tabutluktur!’ Tabutluk mu? Bir insanın çömelerek sığabileceği kadar küçük bir sandık sanki. Ne kolun uzanır ne kafan kalkar. Bir vakit sonra dayanılmaz ağrılar ve uyuşmalar” diye yazdı. Yine Ahmed Arif anılarında, kaldıkları hücreye akıtılan lağım ve kirli sular nedeniyle bir ay sonra delirerek akıl hastanesine gönderildiklerini anlatır. Yine Sultanahmet Cezaevi de bu dönemin önemli işkence merkezlerinden birisi oldu.   1971 MUHTIRASI: KAYPAKKAYA KATLEDİLDİ   1971 Askeri Muhtırası sonrası gözaltına alınan devrimciler Gayrettepe’de gördükleri işkencelerin ardından Selimiye Kışlası ve Maltepe Askeri Cezaevi’nin başta olduğu birçok cezaevine gönderildi. Burada da süren işkencelerde birçok tutuklu hayatını kaybetti. Dönemin devrimci önderlerinden Mahir Çayan Maltepe Cezaevi’nde yaralı halde koğuşunda bulunan kapıya zincirli olarak bekletilirken, önderlerden İbrahim Kaypakkaya ise, Diyarbakır Cezaevi’nde süren dört aylık sorgulama ve işkence sürecinin ardından 18 Mayıs 1973'te yaşamını yitirdi. Ölüm sebebi ise kayıtlara intihar olarak geçti. Yine muhtıradan kısa bir süre sonra, 26 Nisan 1971'de Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) kapatıldı ve yöneticilerinin büyük bir çoğunluğu tutuklanarak Diyarbakır Cezaevi'ne gönderildi. Burada işkencelerden geçtiler.   12 EYLÜL: 491 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ   12 Eylül 1980 darbesi sonrası ise yaşananlar işkencenin en somut olarak gün yüzüne çıktığı dönem oldu. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi, Gayrettepe Siyasi Şube, Metris Cezaevi, Davutpaşa Cezaevi, Alemdağ Cezaevi, Maraş Cezaevi, Elazığ 1800 Evler MİT bölge tesisleri ve Mamak Cezaevi gibi birçok cezaevi ve emniyet binasında siyasi tutuklular ağır işkencelerden geçirildi. Bütün karakol, cezaevleri, askeri kışlalarda falaka, elektrik verme, Filistin askısı, tazyikli soğuk su sıkma, aç ve uykusuz bırakma gibi klasik işkence yöntemlerine yeni yeni işkence yöntemleri eklendi. Bu işkenceler sonucu resmi kayıtlara göre işkence sonucu ölümlerin sayısı 171, çatışmada öldü süsü verilenler 74, işkence sonucu öldüğü halde intihar etti denilenler 43, kaçarken vuruldu denilenler 16, işkenceleri protesto etmek için açlık grevinde ölenler 14, ölümü şüpheli bulunanlar 144, eceliyle öldüğü söylenenler 229 olmak üzere toplam 491 tutuklu yaşamını yitirdi.   İŞKENCEYE KARŞI DİRENİŞ   12 Eylül dönemi cezaevlerinde yaşanan bu baskı ve işkencelere karşı tutuklularda büyük bir direniş gösterdi. Tek tip kıyafet dayatması ve işkencelere karşı Metris’te başlatılan açlık grevlerinde Mehmet Fatih Öktülmüş başta olmak üzere birçok tutuklu yaşamını yitirdi. PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan ise, 21 Mart 1982’de Diyarbakır Cezaevi’nin ağır işkence ve insanlık dışı uygulamalara karşı üç kibrit çöpüyle gerçekleştirdiği eylem, cezaevi tarihinde direnişin ilk adımı oldu. Doğan’dan 58 gün sonra Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner de teslimiyeti kabul etmedi. 14 Temmuz 1982’de ise, PKK’nin öncü kadroları Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek öncülüğünde, tarihe “Büyük Ölüm Orucu” olarak geçen eylem başladı. Eylemin 56’ncı günü olan 7 Eylül’de Kemal Pir ve Akif Yılmaz, 13 Eylül’de Hayri Durmuş ve 17 Eylül’de ise Ali Çiçek ölüm orucunda yaşamını yitirdi. Ölüm orucunda hayatını kaybedenler, mücadeleleriyle “teslimiyet değil, direnişi seçenler” olarak hafızalara kazındı.   1996: BİR YILDA ONLARCA TUTUKLU ÖLDÜRÜLDÜ   Faili meçhul ve siyasi cinayetlerin en fazla yaşandığı 1990’lı yıllarda ise cezaevleri yine ölüm merkezlerine dönüştü. 1996 Ocak ayında Ümraniye Özel Tip Cezaevi'nde siyasi tutuklulara yönelik operasyonda Abdülmecid Seçkin, Orhan Özen, Rıza Boybaş, Gültekin Beyhan dövülerek öldürüldü. Diyarbakır Cezaevi'nden Elazığ Cezaevi'ne sevk edilmek istenen tutuklu Ömer Gezer görevliler tarafından dövülerek katledilirken; tedavisi yapılmayan tutuklular Kalender Kayapınar, Çanakkale E Tipi Cezaevi'nde; Tuncay Batlaş, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde yaşamını yitirdi. Şubat ayında ise kanser hastası olduğu halde tedavi edilmeyen Süleyman Özer, 22 Şubatta Yozgat E Tipi Cezaevi'nde hayatını kaybetti.    Diyarbakır Cezaevi'nde 24 Eylül günü itirafçılar koğuşundan getirilen bir grup, PKK'li tutuklulara saldırdı. Daha sonra özel timlerin yürüttüğü operasyonda 10 PKK’li tutuklu demir çubuklarla dövülerek katledildi. Ekim ayında ise Selami Zoro, Erzurum Cezaevi'nde, Süheyla Alagöz Sivas Cezaevi'nde itirafçılık dayatmasını protesto etmek için kendilerini yakarak yaşamına son verirken, Kasım ayında Özdemir Kocahal ve Rudi Bilgin, Tokat Zile Cezaevi'nden hastaneye götürülürken firara teşebbüs ettikleri gerekçesiyle öldürüldü. Mehmet Göz de 1996'da Ağrı Cezaevi'nde gördüğü işkenceler sonucu yaşamını yitirdi.   96 AÇLIK GREVLERİ   Yaşanan ölümlerin yanı sıra dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın çıkarttığı cezaevleri ile ilgili Mayıs Genelgesi’ni protesto etmek için açlık grevi başlatıldı. Eylem Mayıs sonuna kadar ülkedeki yaklaşık 43 cezaevine yayıldı. Toplam 2 bin 174 tutuklu açlık grevi ve 355 tutuklu da ölüm orucuna katıldı. İlk açlık grevi Diyarbakır E Tipi Cezaevinde başlatıldı. 1996 ölüm orucunda 12 siyasi tutuklu yaşamını yitirdi.    ‘HAYATA DÖNÜŞ’   Türkiye cezaevlerinde işkence ve tecridi kalıcılaştırmak için atılan son adım ise yine onlarca tutuklunun canına mal oldu. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, siyasi tutuklulara yönelik hazırlanan F tiplerinin inşa edildiğini ve geçişlerin başlayacağını açıklamasının ardından 20 Ekim 2000'de birçok cezaevinde aynı anda açlık grevi başladı. F Tipi cezaevlerinin kapatılması, Terörle Mücadele Yasası'nın kaldırılması gibi taleplerle 816 tutuklunun başlattığı açlık grevi yaklaşık bir ay sonra ölüm orucuna döndü. Tutukluların taleplerine ölümle karşılık veren dönemin hükümeti, 19 Aralık 2000’de 20 cezaevine “Hayata Dönüş” adı verilen operasyon düzenledi. Operasyon kimyasal gaz, bomba, mühimmat, dozer, iş makineleri ve bazı yerlerde hava desteği ile 3 gün sürdü. Operasyonlarda 30 kişi öldürüldü, tutuklu ve hükümlüler F tipi cezaevlerine sevk edildi. Bu süreçte, ölüm oruçlarıyla birlikte 122 kişi hayatını kaybetti.   2000’LER: TECRİT VE ADİL YARGILANMA   2000’li yıllarda ise açık işkence yerini keyfi uygulamalar ve yasaklara bırakırken tutukluların direnişi ise son bulmadı. Özellikle F tiplerine geçiş ile birlikte siyasi tutukluların tecride alınması ve bağlarının koparılması sağlandı. Buna karşı ise 12 Eylül 2012'de PKK ve PJAK'lı 483 tutuklu, Türkiye genelinde 58 cezaevinde PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi ve Kürtçenin anadil olarak kamuda kullanılması talepleriyle açlık grevine başladı. 68 gün süren açlık grevi Öcalan’ın çağrısı üzerine son buldu. Tecridin yanı sıra adil yargılanmaya ulaşım bu dönemin en önemli taleplerinden birisi haline geldi.   Tecridin yanı sıra adil yargılanmaya ulaşım bu dönemin en önemli taleplerinden birisi haline geldi. Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesi olayından tutuklu bulunan Mustafa Koçak adil yargılanma ve kendisine işkence yapanların yargılanması talebiyle 3 Temmuz 2019’da Kırıklar 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde açlık grevine başladı. Eylemini daha sonra ölüm orucuna çeviren Koçak, 24 Nisan 2020’de ölüm orucunun 297 gününde yaşamını yitirdi. Yine adil yargılama talebiyle 2 Ocak 2020'de Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukat Ebru Timtik açlık grevine başladı. Daha sonra eylemini ölüm orucuna çeviren Timtik, 27 Ağustos 2020’de ölüm orucunun 238 gününde yaşamını yitirdi.   GRUP YORUM ÜYELERİ   Grup Yorum üyeleri Helin Bölek ve İbrahim Gökçek de, tutuklu bulundukları 20 Mayıs 2019’da tutuklu grup üyelerinin tahliye edilip davalarının düşürülmesi, arkadaşları hakkındaki yakalama kararlarının kaldırılması, çalışmalarını yürüttükleri İdil Kültür Merkezi’ne yönelik baskınlara son verilmesi ve konser yasaklarının kaldırılması talepleriyle açlık grevine başladı. Bu eylemlerin sonucunda Helin Bölek, 3 Nisan 2020’de ölüm orucunun 288’inci gününde yaşamını yitirdi. İbrahim Gökçek ise ölüm orucu eylemine 323’üncü gününde ara vermesinin ardından 7 Mayıs 2020’de kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.    HER DÖNEMİN TANIĞI   Türkiye cezaevlerinde yaşanan baskı ve karşısındaki direniş tarihini 12 Eylül 1980’den itibaren birçok kez tutuklanan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Meclis üyesi Hacay Yılmaz ile konuştuk. Yılmaz, ilk olarak 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında 1982-87 arası Metris ve Çanakkale cezaevlerinde kaldı. 1989 yılında kısa bir süre Sağmalcılar Cezaevi’nde kalan Yılmaz, 1993-95 arası Buca ve Urla cezaevlerinde daha sonra 1999-2000 arası Bergama Cezaevi’nde kaldı. Yılmaz son olarak 2016-2019 arasında da Kırıklar F Tipi ve Şakran T Tipi Cezaevi’nde kaldı.   İŞKENCE ARALIKSIZ DEVAM EDİYOR   12 Eylül’den bu yana cezaevlerinde değişmeyen birkaç nokta olduğuna dikkati çeken Yılmaz, bunların kişiliksizleştirme, siyasal kimlikten arındırma, onursuzlaştırma ve esas olarak öldürme politikası olduğunu kaydetti. 12 Eylül döneminde İstiklal Marşı okutma, askeri duruş ve tek tip giysi dayatmalarının yapıldığını belirten Yılmaz, “Bunların 12 Eylül’de Metris Cezaevinde fiziki işkence ile yaptırılmak istenirken, 90’lı yıllardan bu yana da infaz yakmayla devam ettirdiler. Fiziki olarak da çıplak aramalar dayatılarak, beslenmeyi bir silah ve işkence aracı olarak kullanma ve siyasi koğuşlardan bağımsız koğuşlara geçirmek olarak devam etti. Özellikle çıplak arama onuru kırmaya yönelik olarak devam ediyor” dedi.   BASKILAR BOYUT DEĞİŞTİRDİ   12 Eylül dönemindeki “asmayalım da besleyelim mi” mantığının günümüzde fiili idamlarla sürdüğünü vurgulayan Yılmaz, hasta tutukluların tedavi edilmeyerek ölüme gönderildiğini kaydetti. Yine son dönemde infaz yakmalar ve açık cezaevine geçiş haklarının da engellendiğini aktaran Yılmaz, “Tutukluların bu hakları ‘burada hakkın yok. Çünkü sen siyasi koğuşta kalıyorsun. Hala örgütsel faaliyetinize devam ediyorsunuz, uslanmamışsınız’ denilerek engelleniyor. Buna yasada olmamasına rağmen cezaevi savcısı, müdürü ve gardiyanlar oluşan bir kurul karar veriyor. Hatta bunu da aştılar. Cezan tamamen dolduğu halde ‘Sen uslanmadın’ diyerek kendilerini mahkeme yerine koyarak yeni ceza veriyorlar. Bunu son zamanlarda sıkça yaşıyoruz” ifadelerini kullandı.   TECRİT YAYILDI   Bugünü anlamak için öncelikle PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride bakmak gerektiğini dile getiren Yılmaz, İmralı’da uygulanan tecridin cezaevlerinin yanı sıra toplumun bütün kesimlerine yansıdığını vurguladı. Özellikle pandemiden sonra hem hijyen hem de gıda maddelerine erişim konusunun 12 Eylül dönemlerini aratır durumda olduğunun altını çizen Yılmaz, “Diğer bir yanı cezaevlerinde elektrik gibi bütün giderleri de tutukluya ödetiyorlar. Yani şu an da devletin cezaevleri politikası hiç değişmedi” ifadelerini kullandı.   DİRENİŞ HİÇ BİTMEDİ   “Bu politikalara karşı tutuklularında her dönem büyük direnişleri oldu” diyen Yılmaz, şöyle devam etti: “Metris’te tek tipe karşı açlık grevi ve ölüm orucu direnişi başladı ve tek tip giymedik. 1996 yılında uzun süreli bir ölüm orucu direnişi var. Esas olarak Amed zindanlarında Mazlum Doğan’la başlayan ve Kemal Pir’lerle devam eden bir direniş oluştu. Tutsakların örgütlülüğünü koparmak için açılan F tiplerinde de büyük direnişler meydana geldi. 2000 yılında Bergama’dan yeni çıktığım dönemde F tiplerini gündeme getirdiler ve buna karşı uzun süreli bir direniş başladı. 19 Aralık operasyonuyla birçok siyasi tutsak yaşamını yitirdi. Birçoğu da fiziksel olarak hasar gördü. Yani devletin baskısına karşı tutsakların her dönem muazzam direnişlerini yaşadık. Örneğin Sayın Öcalan’ın tecridine karşı da F tiplerinde büyük açlık grevleri ve açlık oruçları sergilenmiş oldu. Mesela E tiplerinde siyasi tutsakların kazanımlarından adlilerde yararlanabiliyordu. Nasıl ki şimdi toplumun bir kesimi mücadele veriyor, diğer kesimi bundan yararlanıyorsa cezaevinde de öyleydi. Mesela kolay işkence yapamıyorlardı. Siyasilerle adlileri birbirinden ayırmaya çalışmanın bir de böyle bir yanı olduğu açık.”   KAMUOYU DESTEĞİNİN ÖNEMİ   Cezaevlerindeki bu direnişlerin dışarıdaki kamuoyu desteğiyle daha da büyüyeceğine işaret eden Yılmaz, “Mesela 1996 ölüm oruçlarında dışarıda çok güçlü bir kamuoyu vardı. Sayısız olarak binlerce insanla cezaevi önüne gittiğimizi hatırlıyorum. Kamuoyu baskısıyla dönemin Refah-Yol hükümeti tutsakların taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. 2012 yılındaki Sayın Öcalan’ın koşullarıyla ilgili açlık grevinde de muazzam bir destek vardı. Sayın Öcalan ile avukatlarını görüştürmek zorunda kaldılar. Keza 2018 yılında da büyük bir direnişin sonucunda Öcalan ailesiyle görüştürüldü. Yani devletin cezaevleri politikasına karşı içerdeki direnişe dışarıdan güçlü bir destek verilirse kazanımla sonuçlanıyor. Bugünde kamuoyu kamuoyunun gözünü özellikle hasta tutsaklara dikmesi ve bu anlamda iktidarın üzerinde baskı oluşturması gerekiyor” diye konuştu.   MA / Tolga Güney